

Bazen bazı insanları damıtıp damıtıp özünü görmeye çalışmaktan yoruluruz. Kat kat kabuklarını soyup, içindeki gerçekliği ararken elimizde sadece suskunluk kalır. Çünkü her kabuğun altında bir başka savunma, bir başka maske, bir başka yarım hakikat gizlidir. Biz iyi niyetle derine indikçe, o derinlik bazen uçurum olur; baktıkça içimiz bulanır.
İnsan dediğin basit bir denklem değil. Ama belki de sorun bu: Herkesi anlamak, herkese empatiyle yaklaşmak, her davranışın altında yatan nedeni çözümlemek gibi bir sorumluluk yükleniyoruz kendimize. Sanki herkesin ruhunu okuyup, “Onun neden böyle davrandığını” anladığımızda her şey daha kolay olacakmış gibi… Ama bazı insanlar sadece yüzeyde kalmayı seçer. Derinleşmez. Derinleştirmez. Ve sen çabaladıkça, kendini daha da yalnız hissedersin.
İşte o an gelir, durmak istersin. Yormadan, anlamaya çalışmadan, çözüm üretmeden sadece “bırakmak” istersin. Çünkü sevgi emek ister ama yorgunluk da bir emektir. Ve bu yorgunluk, çoğu zaman kendimize verdiğimiz değerin sessiz bir çığlığıdır. “Yeterince çabaladım” demenin diğer adıdır.
İnsan ilişkileri bir sabır sanatıysa, bazen o sabrı kendimize saklamayı öğrenmeliyiz. Herkesi olduğu gibi kabul edemeyiz belki, ama kendimizi yıpratarak kabul ettirmeye de çalışmamalıyız. Her “anlamaya çalışma” bir kırılmadır çünkü. Ve kırıldıkça kendimize dönmek gerekir. Dinlenmek, susmak, kabuğumuza çekilmek…
Belki o zaman fark ederiz: Herkesin özüne inmek zorunda değiliz. Her ruhun haritasını ezberlemek, her kalbi onarmak bizim görevimiz değil. Bazen sadece uzaklaşmak, iyi gelir. Sessizce. Kırmadan. Kırılmadan.
Çünkü bazen en büyük olgunluk, damıtmayı bırakmaktır.
Nimet Ünal Mızraklı
@nisanrain