

Sevgililer Günü’nde ne bu günün çıkmasına vesile olan Aziz Valentine’den söz etmek niyetindeyim uzun uzun.
Ne eski Roma’da bu tarihte düzenlenen pastoral festivallerden.
Ne de İngiliz şair Chaucer’in kuşların eşlerini seçtiği tarih olarak 14 Şubat’ı gözlemlesinden…
Bunların hepsinin öyküsü 14 Şubat Sevgililer Günü’nün başlamasına, yayılmasına neden olmuş belli ki…
Öyle yazıyor kayıtlar.
Sevginin, sevgililerin bir günü olması güzel.
Rahatsız edense, bu günlerin ticari kazançların içinde pahalı hediyelerle anılır olması belki de.
Sevginin pahalı hediyelerle tartılması.
“Aşk”a maddeyle paha biçilmesi…
Oysa sevgi bazen derin bir bakışta.
Sıcacık bir kucaklaşmada.
Kendi diktiğin bir saksı çiçeği sunmakta.
El örgüsü bir berenin, atkının ilmeklerinde.
Ellerinle pişirdiğin bir tencere sıcak aşta bazen…
“Seni düşünerek aldım” cümlesinin ucuna takılı minicik bir hediye paketinde.
Telefonun diğer ucundaki sıcacık seste.
Tuttuğun elin, dayandığın sırtın sağlam duruşunda.
Sevdiğin kalbindeyken bir kediye su vermekte.
Bir canın gönlünü kazanmakta.
Dağ köylerinde bir yavruya alınan montta, botta.
Okul çantasında, defterde.
Bir yetimin sofrasına taşıdımız sıcak somunda.
Onlardan dönüp gelen sevgi mesajlarında.
Sevgi bölüşmekte gizli bu dünyada.
İyiliğin içinde saklı.
Karşılıksız, çıkarsız, sade, duru haliyle.
Sevgi, maddeyle tartılmayacak kadar saf bir maden sol yanımızda.
Pamuklara sarılası.
İpek bohçalarda sunulası.
Yanımızda sevgilimiz, sevdiklerimiz varsa sımsıkı sarılmak en nadide çiçek gibi.
Bir tatlı öpücük, içten ve bizim cümlelerimizle kurulmuş notlar…
Hepsi değerli.
Hepsi pırlanta.
Gönülden yapılsın yeter ki…
YAZAR: Dilek Tuna Memişoğlu