

Yalancılık artık öylesine sıradanlaştı ki… Dillere pelesenk olmuş adeta. İşte, evde, sokakta, pazarda, yolda… Nerede olursak olalım, kulağımıza mutlaka bir yalan çalınıyor. Ve bu yalanlar öyle ustaca söyleniyor ki, bir an şüpheye düşüyorsunuz: “Acaba ben mi çok safım?”
Evet, ne yazık ki dürüstlük bu çağda “enayilik” gibi görülüyor. Dürüst insanlar, özür dileyerek söylüyorum ama salak yerine koyulmaya çalışılıyor. Çünkü dürüstlük sessizdir; gösterişi yoktur. Ama yalan bağırır, süslenir, sahte bir özgüvenle gelir. O yüzden yalanın sesi daha çok çıkıyor bu kalabalıkta.
Esnafa sorarsın:
– “Taze mi bu ürün?”
Cevap hazır:
– “Bugün geldi abla, yeni düştü!”
Ama paketi çevirince son kullanma tarihi neredeyse geçmiş. Göz göre göre, bile bile…
Kiracılar:
– “Merak etme, kiranı günü gününe ödeyeceğim.”
Sonra icrayla almak zorunda kalırsın.
Yetmezmiş gibi bir de taahhütnameye attığı imzayı inkâr eder:
– “Ben atmadım o imzayı!”
Otur delil topla, uğraş dur… Yalan öyle bir salgın olmuş ki; artık yüzler bile kızarmıyor, vicdanlar sus pus!
Bu dünyada yalanla geçiniyorsunuz diyelim. İyi niyetli insanlar sizin kandırmacanıza inandı. Ama ya öte dünya? Ya Yaradan?
Siz daha niyet bile etmeden kalbinizden geçeni bilen Allah’a ne diyeceksiniz?
– “Ama o zaman başka çarem yoktu” mu?
– “İyi niyetliydim” mi?
Hangi bahane, hangi yalan kurtarır sizi İlahi Adalet’in terazisinden?
Bir bakın hayatınıza:
– İşleriniz neden hep ters gidiyor?
– Neden bir türlü bereket göremiyorsunuz?
– Neden evde huzur yok, neden işte sorunlar eksik olmuyor?
Çünkü attığınız her yalan, dönüp dolaşıp sizi buluyor. İlahi sistemde yalan, önce vicdanı bozar, sonra hayatı. Ama siz yalan deryasında öyle bir boğulmuşsunuz ki ne kalbiniz sızlıyor ne aklınız fark ediyor. Fark eden de çoktan susmuş, çekilmiş kenara.
Yeter artık!
Beyazmış, pembeymiş, zararsızmış diye yutturulan yalanlardan bıktık.
Yalanın rengi olmaz.
Yalan yalandır!
Yalanların Bedelini Kim Ödeyecek?
Yalanlar bir süre sonra sadece söyleyenin değil, duyanın, inananın ve hatta toplumu oluşturan herkesin hayatını etkiler. Çünkü her yalanın bir bedeli vardır. Kimse bu bedeli bir şekilde ödemek zorunda kalmaz mı? Yalan söyleyen, bir bakıma kendisini ve çevresini de zehirliyor. Kişinin ruhsal sağlığından tutun, toplumun huzuruna kadar her şey bu yalanlar yüzünden sarsılıyor.
Yalan, insanın ruhunda derin yaralar açar. Ve o yaralar bir süre sonra psikolojik hastalıklara dönüşür. Sinir krizi geçiren insanlar, psikolojik travmalar, güvensiz bir toplum… Hepsi bu yalanların sonucudur. Yalanın toksik etkileri, insanın ruhunu bozar, güvenini yitirir, kalpten kalbe giden o köprüyü yıkar. Sonunda insanlar, güvenebileceği bir omuz bulamayan, kimseye güvenmeyen bir toplum yaratır.
Ve ne yazık ki, bu sadece bir başlangıçtır. Yalanın kimseye fayda sağlamadığı, aksine herkese zarar verdiği gerçeğiyle yüzleşmek zorundayız. İleriye dönük daha ağır sonuçlar yaşanmadan önce, bu yalanlar zincirini kırmanın zamanı gelmiştir.
Kim ödeyecek bu bedeli?
Önce kendimizi, sonra toplumu, en sonunda ise geleceğimizi bu yalanların girdabında kaybetmemek için harekete geçmeliyiz. Yalanlar yüzünden zarar görenlerin, hasta olanların, güvensizleşenlerin tek bir sorusu var: “Kimseye güvenmeyeceksek, kimseye inancımız kalmayacaksa, bu dünyada ne için yaşıyoruz?”
Unutmayın:
Bu dünyanın bir de ahireti var.
Hesap günü geldiğinde öyle hesap sorulur, öyle ceza kesilir ki…
Fitil fitil değil, her hücrenizde hissedersiniz yaptıklarınızın sonucunu.
İş işten geçmeden, daha dünyadayken temizlenin.
Doğru olun, dürüst olun.
Kendinize değilse, Yaradan’a saygınız olsun.
Çünkü dürüstlük sadece insanlara değil, önce Allah’a verdiğiniz sözdür.